Yürümek, insanın biyolojik gelişiminin yanında zihinsel yeteneklerinin derinleşmesinin de önemli eylemlerinden biri… Türümüzün milyonlarca yıl önceki ilk insansıları, iki ayağı üzerinde dikilemediği için yürüme yeteneğini geliştiremediğinden beyin yapısı da küçük kalmış, dolayısıyla zihinsel yeteneği de sınırlı kalmıştır. Homo Habilis, türümüzün ilk kez alet kullanan bir örneği olarak zihinsel bakımdan da ilk önemli sıçramayı yapmıştır. Bu gelişimde insanın baş parmağını alet kullanmakta yetkinleştirmesinin payı büyüktür. Homo Erectus’la ateşte et pişirerek beyin hacmini geliştiren insan, giderek kıtalararası yol almaya başlamıştır. Bunu destekleyen yeni bir bilgiyi de paylaşmak isterim. “Kenya'daki Turkana Gölü kıyısında, 2021'de ortaya çıkarılan ve 1,5 milyon yıl öncesine tarihlenen ayak izleri, Homo Erectus ile Paranthropus boisei'nin aynı yerde ve zamanda yaşadığını gösterdi. Homo Erectus'un modern insanların doğrudan atası olduğu, Paranthropus boisei’nin ise maymunlara daha fazla benzediği ve daha hızlı yürüdüğü düşünülüyor.”
İnsan, Neandertel ve Homo Sapiens’le birlikte yürümek eylemini daha da hızlandırdı. Bu iki insan türümüzün çiftleşmeleriyle biyolojik ve zihinsel bakımdan yeni bir sıçrama yaptığımız bilinmektedir. Beyin yapısı, hacim ve ağırlık olarak iki katına yükselmiş ve bu yükseliş, neolitik dönemle birlikte nöron sayısının daha da artmasıyla toplumsal yaşamın örülmesine ivme kazandırmıştır.
Milyonlarca yıl süren insanın evrimleşerek biyolojik ve zihinsel bakımdan gelişiminin ana dinamiklerine değindikten sonra, günümüzde türümüzün “yürümek”le ilgili konumunu-durumunu betimlemek istiyorum. Doğanın diyalektiğindeki ivme insan müdahalesiyle -özellikle sanayi devriminden bu yana tehlikeli boyutlar kazanarak- günümüzde oldukça yükselmiştir. Dünyada ekonomi politiği sermaye düzeninin daha çok kâr-rant üzerinden belirleyen sermaye sınıfı, yaşamın sürekliliğini tehdit eden “iklim krizi” yaratırken, bazı alanlarda geri dönülmesi mümkün olmayan yıkımlara yol açmıştır. GDO başta olmak üzere tüm canlıların beslenme zinciri zehirlenmektedir. “Ekstraktivizm” denen doğanın acımasızca yağmalandığı 1996’dan bugüne ormanlar, madenler, sular, tarım alanları büyük sermaye tekelleri tarafından parsellenmektedir. Ülkemizde Kazdağları, Akbelen, Dikmece, İliç ve 6 Şubat depremlerinin gerçekleştiği topraklarda uygulanan yağma ve yıkım, ekstraktivizmin ülkemizdeki son örnekleridir. Dünya ekonomisine hükmetmek için yarışan-çatışan sermaye-devlet güçlerinin Ön Asya başta olmak üzere gezegenimizin değişik bölgelerinde uyguladığı savaş ekonomisi, Dünya ölçeğinde üçüncü paylaşım savaşını insanlığa, doğaya dayatmaktadır. Bir yanda Batılı emperyalist-kapitalist devletlerin sömürgeciliğinin askeri gücü olan NATO sürekli genişleyerek yeni savaşlara yol açarken, son olarak Ukrayna-Rusya arasındaki savaş nükleer silahların kullanılabileceği bir boyut kazanmıştır. Bu gerçeklerle her an yüzleşmek durumunda olan insan, özellikle eşitlik ve özgürlüğe dayalı bir yaşamı savunan emekçiler için bugün yanıtlamamız gereken can alıcı soru şudur? “Bu yağma ve yıkımı durdurmak için yaşamı her gün yeniden üreten milyarlarca emekçi neden birlikte yürüyemiyor?”
“Birlikte yürümek” eylemli bilinçle yapılırsa, yenilgiler olabilir ama hiçbir zaman umutsuzluk krizi toplumun kılcal damarlarına kadar yayılmaz. İşçi-emekçi sendikaları başta olmak üzere demokratik kitle örgütleri, işçi-emekçilerin siyasi öncülüğüne soyunan partiler, milyarlarca işçi-emekçiyle yoksul-ezilen Dünya halklarını ortak kurtuluş için yürüyüşe neden geçiremiyorlar? 1870’lerden 1970’lere kadar yüzyıl boyunca Avrupa’dan başlayarak tüm kıtalarda işçi-emekçileri sömürüden toplumsal olarak kurtarmak ve ezilen-sömürülen halkları emperyalizme karşı bağımsızlık için harekete geçiren örgütlerin tutarlı-samimi-dostluk-yoldaşlık ilişkilerini güçlendirerek başarılı oldukları görülmektedir. Yenilgi ve yanlışlardan ders almasını bilerek küllerinden yeniden doğduklarının sayısız örneği vardır. ABD emperyalizminin Küba’yı kumar ve uyuşturucu bataklığına çevirdiği Batista rejimine karşı savaşırken 1953’te yenilgiye uğrayan Fidel Castro ve arkadaşlarının geliştirdikleri 26 Temmuz Hareketi’nin 1959’da çürümüş Batista diktatörlüğünü devirerek Küba devrimini başarmaları, onların yarattığı eşitlik-özgürlük yürüyüşçülerinin 64 yıldır ABD ablukasına karşı ülkelerini ayakta tutmaları, sağlık ve eğitim alanında insanlığa örnek olmaları bunun öğretici güzelliklerindendir.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Dünya ölçeğinde sömürü ve savaşlar bu kadar artmışken, neden hiçbir ülkede devrim gerçekleşmemektedir? Neden emperyalist-kapitalist sömürü ve saldırılar önlenememektedir? İşçi-emekçilerin neden uluslararası dayanışması savaş ve şiddeti engelleyecek bir güç haline getirilememektedir? Bunun temel nedeni; sendikaların, derneklerin, odaların, partilerin 1870-1970 dönemindeki gibi tutarlılık-güncellik-samimilik-dostluk-yoldaşlık ilişkilerini sağlam kuramamaları, sürdürememeleri, eylemli bilinçle zenginleştirememeleridir. K. Marks’ın, “İnsanlar kendi tarihlerini yaparlar; ancak bunu kendi özgür iradeleriyle, kendi seçtikleri koşullar altında değil, doğrudan veri olan ve geçmişten devrolan koşullar altında yaparlar. Bütün ölü kuşakların geleneği, yaşayanların beyinlerine tüm ağırlığıyla çöker.” dediği gerçeklik, son 30 yıldır ülkemizin, gezegenimizin daha da bozulmasına yol açmıştır. “Ölü kuşaklar”ın içinden Fidel Castro, Che Guevera, Lumumba, Deniz Gezmiş gibi emekçi halklarıyla, çevrelerindeki, örgütlerindeki insanlarla tutarlı-samimi-dostluk-yoldaşlık ilişkilerini bizlere miras bırakanların güven veren gücünü, toplumsal ilişkileri çürütenlerin kötü miraslarını etkisizleştirecek bir motivasyonla harekete geçirenler, bu çözülme ve çürüme dönemine son vereceklerdir. Onlar, Nâzım Hikmet’in aşağıdaki şiirinde betimlediği gibi yürümeyi göze aldıkça, dostlarının omuz başlarını yanında hissettikçe, işçi-emekçilerin ve ezilen-sömürülen halkların da zihinsel ve duygusal bakımdan ayağa kalkmalarını sağlayacaklardır.
YÜRÜMEK
Yürümek;
yürümeyenleri
arkanda boş sokaklar gibi bırakarak,
havaları boydan boya yarıp ikiye
bir mavzer gözü gibi
karanlığın gözüne bakarak
yürümek!..
Yürümek;
dost omuzbaşlarını
omuzlarının yanında duyup,
kelleni orta yere
yüreğini yumruklarının içine koyup
yürümek!..
Yürümek;
yolunda pusuya yattıklarını,
arkadan çelme attıklarını
bilerek
yürümek...
Yürümek;
yürekten
gülerekten
yürümek...
..................
1- https://www.gazeteduvar.com.tr/15-milyon-yillik-gizemli-ayak-izlerinin-sirri-cozuldu-galeri-1739205
2- Karl Marx, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire